2 Ağustos 2012 Perşembe

Çayına yağmur yağıyor ve kalbime yaşlar akıyor. Ocakta çorba kaynıyor. Bir çocuk poşetten yaptığı beyaz uçurtmasını uçuruyor ve bir çocuk yarasına bakıp ağlıyor.
Sesimi duyuyor musun? Tam olarak seni sevmediğimi söylüyordum.
Az sonra otobüsüm kalkıyor ve içimdeki şehirlerden seni terk ediyorum. Sen gidiyorsun ve ben kalıyorum. Ben gidiyorum ve sen tükeniyorsun. Tükenmenin anlamını biliyor musun? Ben tükeniyorum mesela. Sen tükenmiyorsun. Sen içimde hiç bitmiyorsun.
Güneşin batışı, ayın doğuşu, ayın batışı ve güneşin doğuşu. Hiç son bulmuyor.
Neyi özlediğimi bilmeden özlüyorum ve bu durum canımı sıkıyor. Sen canımı sıkıyorsun.
(Henüz geçen gün artık canımı sıkmayacağına dair söz vermiştin, kafamın içinde!)
Ve seni özlemeyeceğime dair söz vermiştim kendi içimde.
Tutamadığın sözler verme, diyen bir babam vardı sana bahsettiğim. 
İşte ben babamı senin için dinlemedim. Dinlemeli miydim? Sadece senden vazgeçmeliydim.
Vazgeçmek kolay da, seni bırakmak zor be sevgilim (!), zor senden gitmek.
Zor seni unutmak ve zor seni sevmek. Seni sevmek.
Ne de çok öldürüyormuş meğer beni, her şeye rağmen seni sevmek.